Anadolu Platformu’nun düzenlediği “İslam Dünyası: Birliktelik Modeli & Gelecek Perspektifi” üst başlıklı Anadolu Buluşmaları’nın 13’üncüsü Afyonkarahisar’da başladı.
Kur’an-ı Kerim tilavetinden sonra Anadolu Platformu tanıtım sinevizyonu izlendi. Sinevizyondan sonra Anadolu Platformu Genel Sekreteri Ömer Büker bir takdim konuşması yaptı.
Büker’in konuşmasının akabinde Anadolu Platformu İcra Kurulu Başkanı Turgay Aldemir kürsüye gelerek “İslam Dünyası Birliktelik Modeli&Gelecek Perspektifi” başlıklı açılış seminerini gerçekleştirdi.
Aldemir’in konuşmasındaki bazı satır başları şu şekilde;
“Bizi bir araya toplayan ve kardeş kılan Allah’a hamdolsun. Buluşmalarımızın bereketi ve birlikteliğimizin feyziyle 13.’üncüsünü düzenlediğimiz Anadolu Buluşmaları; Aylarca süren bir çaba, gayret ve adanmışlığın ürünüdür. Anadolu’nun bağrından konuşmak, Anadolu’nun dertli yüreklerini bir araya getirmektir. Ülkemizin, milletimizin ve İslam dünyasının, hatta insanlığın derdiyle dertlenmek, derdimize derman aramaktır. Tıpkı Niyazi Mısri’nin dediği gibi: “Derman aradım derdime, derdim bana derman imiş / Burhan aradım aslıma, aslım bana burhan imiş.” Bugüne kadar gerçekleştirilen Anadolu Buluşmaları’nın ortaya çıkarttığı hülasa; Platform’un isminin, logosunun, misyonunun insanlık için umut olduğudur. Anadolu Buluşmaları’nın amacı ve bu amaç doğrultusunda ortaya konulanlar; Anadolu’dan bakmak, yerli olmak, Türkiye ve İslam dünyasının tecrübelerinden konuşmak ve kendi birikimimizi önemsemektir. Bizlerin buralarda dile getirdiği fikirler araştırılmış, istişare edilmiş, üzerinde kafa yorulmuş, başkalarının da düşünce tartısından, eleştirisinden geçirilmiştir. Bizler hikmetin, erdemin peşindeyiz. Hz. Peygamber buyurdular ki: “Hikmet müminin yitik malıdır, nerede bulursa alır.”
Siz değerli katılımcılardan konuşmaları sadece dinlemenizi değil, program sonrasında memleketinize döndüğünüzde konuyla ilgili çalışmalar yapmanızı, burada konuşulan konuları burada olmayan kardeşlerimizle müzakere etmenizi, bu emekleri bereketli kılmaya ve amacımızın daha çok hasıl olmasını sağlamaya katkı sunmanızı bekliyorum.
Buradan kendimize vazife çıkarıp buna göre dersler, araştırmalar yapmalı, bizlere yön verecek sonuçlar çıkarmalıyız. Buradaki davranışlarımızın Anadolu Platformu’nun mensupları arasında ortak davranış kültürüne, kurumsal kültüre dönüşmesini hedeflemeliyiz.
Sempozyumun arka planında Platformun Yüksek İstişare Kurulu’ndan İcra Kurulu’na kadar bütün bileşen ve birimlerimize ait bir dizi istişari, idari ve tematik toplantılar gerçekleştirilecek.
Dünya tarihi, medeniyetlerin çatışmalarıyla teşekkül eder. Bu teşekkül süreçleri insanlığa ya selam, huzur, barış ve güven ortamları sağlar ya da insanları acıya, gözyaşına, tehcire boğar. Bugün İslam medeniyetinin tarihte karşılaştığı üçüncü büyük meydan okumanın oluşturduğu gerilimler, bütün alanlarda etkisini devam ettiriyor. Modern Batı medeniyetinin başlattığı bu meydan okuma, Soğuk Savaş dönemi sonunda İslam’ın karşı kutba yerleştirilmesiyle stratejik düzeyde, Medeniyetler Çatışması teziyle felsefi düzeyde, 11 Eylül sonrasında ise pratik düzeyde ivme kazanmıştır. Bu meydan okuma, başta Ortadoğu olmak üzere Müslüman ülkelerin pek çoğunun saldırıya ve işgale uğramasına, diğer Müslüman toplumların ise siyasal, toplumsal, iktisadi, kültürel ve tabii kaynaklar itibariyle sömürülmesine sebep olmuştur.
Atomize edilen devletler, küresel güçlerin kolektif saldırılarına açık hâle gelmiş ve kendi başlarına varlıklarını sürdüremeyecek şekilde zayıf düşmüşlerdir. Bu durum, Müslüman toplumların ve devletlerin diğer Müslüman devletler yerine, Batılı güçlerle işbirliğine girmelerine neden olmuştur. Müslüman devletlerin ayakta kalmak için bütün çırpınışları, onların Batılı güçlere olan bağımlılığını artırmış, bu bağımlılık da Müslüman ülkeler arasındaki işbirliği ve diyalog imkânlarını yok etmiştir.
Müslüman topluluklar arasındaki kültürel, politik ve fikri bağların koparıldığı bu süreç, Müslümanların birbirine yabancılaşmasına neden olmuştur.
Müslümanlar olarak İslam’ın hakikatini bir süredir ortaya koyma konusunda içine düştüğümüz zaaf nedeniyle eksik, yanlış ve sapkın yaklaşımlar, İslam adına alanı ifsat etmiştir.
Bugün İslam âlemi birtakım hastalık belirtileri gösteriyor ve bu belirtilerin çözümünde rol alması gereken bir kısım düşünür, aydın ve âlimler, maalesef yaşadığımız sorunların ve hastalıkların kaynağı durumunda. Çevresini ve dünyayı aydınlatması gerekenler insanlığı zifiri karanlıklara itiyor. Sorun alanlarını ıslah etmesi gerekenler yeni sorunlar üretiyor. Bu hastalıktan ve çıkmazdan kurtuluşumuzun çaresi akıl, fikir, ilim, hikmet ve tecrübedir.
Dünya ve insanlık olarak bu değerlerle bezenmiş aydınlara, âlimlere, düşünürlere her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.
İnsanlarımızı veya Batılıları sürekli suçlayarak çözüme ulaşamayız. Çözüm, gerçeği daha açık ilmi dayanaklarla ve sağlam pratiklerle ortaya koymaktır.
Coğrafyamızdaki adaletsizlikler büyük tehlike ve kaosları tetikliyor. İnsanların hayattan beklentilerini yok ediyor. Gelecek tahayyülünü, ufkunu, tasavvurunu nakıs bırakıyor. Oysa bizim coğrafyalarımız hem bireysel hem toplumsal güven ve selametin her alanda tezahür ettiği, varlığının hikmetiyle değer bulduğu coğrafyalardır.
Yakın geçmişte birliğimiz ve dirliğimiz sayesinde haksızlığa ve zulme uğramış mazlumların sığınacakları bir liman hâline gelmiştik. Yekpare gücümüz zalimin uykusunu kaçırıyordu. Fethettiğimiz şehirlerin halkları kendilerini zalim yöneticilerinden kurtardığımız için şükranlarını sunuyorlardı. Ne zaman ki birliğimizi, gücümüzü, adalet dağıtan idarecilerimizi kaybettik, işte o zaman mazlumlar da sığınaklarını, dünya ise huzurunu kaybetti. Gönül coğrafyalarımız işgal edildi, sömürgeleştirildi. Halepçe’de, Hama’da, Srebrenitsa’da, Halep’te her gün yeni ölümler, toplu katliamlar ve işgaller yaşamaya başladık. Ve vakit yeni bir dönemin başlangıcına çalıyor. Yeni bir kıyamı muştuluyor. Artık yeni işgallerin ve toplu katliamların yaşanmasını beklemeden bir araya gelmeli, birbirimize dayanarak, birbirimizle var olmalıyız. Varlıklarını egemen güçlerin kurdukları teşkilatlardan birine sığınmakla teminat altına almanın, yıkımı geciktirmekten başka bir sonuç vermediğini bilmeliyiz.
Farklı coğrafi, etnik, mezhebi ve tarihi gerçeklikleri bulunan Müslüman toplumlar nasıl bir işbirliği modeli etrafında bir araya gelebilirler? Bu modeller, mezhebi ve fikri farklılıkları hangi tasavvur çerçevesinde kurumsal bir boyuta taşıyabilir? Müslüman toplumlar arasında yaşanan ve yüzyıllara dayanan yabancılaşma ve kopmalar nasıl giderilebilir? Özelde Müslüman halkların daha genelde ise tüm dünya halklarının küresel hegemonyacı istilaya karşı uyanış ve direniş süreçleri nasıl koordine edilebilir? Müslümanların farklı inanç ve değerlere mensup insanlarla ortak işbirliği modelleri geliştirebilmeleri, hangi teorikfelsefi dayanakla mümkün olabilir? Müslümanların kader birliği eden bir “ümmet” olarak, aynı hedefler için çaba göstermelerini temin etmenin ahlaki, epistemolojik ve stratejik koşulları nelerdir? Müslümanları geleceğe taşıyacak strateji, teşkilat ve kurumlar, moderntahakkümcü emsallerinden nasıl bir farklılık arz etmelidir? Dini olanla dünyevi olanı, bilim ile ilmi tekrar nasıl tevhid edebiliriz?
Daha da uzatılabilecek problem alanları başta aydınlarımız, âlimlerimiz, sivil teşkilatlarımız ve siyasetçilerimiz olmak üzere hepimizi yakından ilgilendirmektedir. Bütün sorunlarımızı çözemeyebiliriz. Ancak bütün sorunları çözebilmenin ilk koşulu, bunları çözecek irade ve bu iradeyi takviye edecek samimiyettir.
Çözüm yolunun ilk duraklarından biri, Zümrüdü Anka gibi, çözümün kendimizde ve kendi değerlerimizde olduğunu anlamaktır.
Bugün İslam dünyasının en büyük problemlerinden biri, birbirimizi önyargısız, ön koşulsuz ve kardeşçe dinleyebileceğimiz ortamların yeterince olmamasıdır. Mezhep, meşrep, etnik köken ve coğrafyaları ne olursa olsun Müslümanlar, bir araya gelmek ve ortak ilişkiler geliştirmek zorundadırlar. Tarihte yaşanan ve bugün devam eden hiçbir problem veya gerginlik alanı, Müslüman halkların birbirlerinden yüz çevirmesi için yeterli bir sebep olamaz. Çünkü Müslüman ülkeler arasındaki problemler, ontolojik boyutta değildir.
Bugün Batı dünyası, aralarındaki ontolojik boyuta varan farklılıklara rağmen, özellikle İslam dünyası karşısında ortak ittifaklar geliştirmişlerdir. İki bin yıllık bir geçmişe dayanan Yahudi Hıristiyan düşmanlığı, küresel bir ittifakla sonuçlanmıştır. Aralarındaki bütün itikadi, tarihi, toplumsal ve etnik ayırımlara rağmen geliştirdikleri birliktelik modelleri, küresel sistemin ana mihverini oluşturmuştur. Batılı düşüncenin dünyayı yönetmek için girmiş olduğu bu uzlaşı, aralarındaki önemsiz meseleleri bir ayrılık ve düşmanlık sebebi gören Müslümanlar için bir ibret vesikasıdır. Bize göre hiçbir sorunumuz, bizi bir araya getirmekten alıkoyacak kadar büyük değildir. Batılılar eliyle çare aradığımız hiçbir problem, bugüne kadar sadra şifa olmamıştır.
Dünyadaki egemen güçler, özelde Müslüman ülkeler üzerinde devam ettirdikleri nüfuz sebebiyle, her türlü saldırı, işgal ve baskıyı serbestçe yapmaktadırlar. İsrail’in Filistin’de, Çin’in Doğu Türkistan’da, Ermenistan’ın Karabağ’da, Hindistan’ın Keşmir’de, Rusya’nın Çeçenistan ve Kırım’da, ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin Ortadoğu ve bütün yeryüzünde giriştikleri savaş ve katliamlar, gücünü Müslüman ülkelerin bağımlı ve bölünmüş yapısından almaktadır. Bugün İslam dünyasının en temel problemlerinden biri, Müslüman devletlerin, dışarıyla değil ancak birbirleriyle ayakta kalabileceklerine inanmalarını sağlayacak bir özgüven eşiğini aşamamış olmalarıdır.
İşte bu farkındalık, şimdilik sadece potansiyel düzeydedir ve sorumluluk sahibi insanlarımızın gayretiyle kinetiğe dönüşmeyi beklemektedir. Bizler, yaşadığımız coğrafya ve ait olduğumuz fikri gelenek ne olursa olsun ortak bir heyecan ve sorumluluk duygusuyla çalışmak zorundayız. Bireysel teşebbüslerden sivil toplum çalışmalarına, siyasi iradeden akademik camiaya kadar bütün kesimler, İslam dünyasının geleceğine dönük koordineli, derinlikli ve uzun vadeli projeksiyonlar geliştirmelidir.
Bu projeksiyonların kendini test edeceği ilk uygulama alanı da Türkiye’dir.
Türkiye çok renkli ve büyük bir ülke. Kendini aşan bir hikâyesi var. Bir tek mezhebin, bir tek etnik kültürün, bir tek coğrafi ikilimin olduğu bir ülke değil. Coğrafi yapısı da çeşitlilik arz ediyor, insanı da, inancı da, etnisitesi de. Türkiye’de yaşanan sıkıntıların önemli bir kısmı, bu zenginliğin ve farklılığın birbirinden haberdar olmaması ve her kesimin kendi içine kapanmış olmasından kaynaklanıyor. Türkiye geçmişte bu izolasyonun büyük sancılarını yaşadı.
Bugün yapılan sistem değişikliği, yaşanılan sancılara çözüm üretecek bir irade ve güçtedir. Yeni sistem, Türkiye’nin kuzeyini, güneyini, doğusunu, batısını kuşatacak ve kucaklayacak bir paradigmaya sahiptir ya da olmalıdır.
Anadolu Platformu, bu üst okumayı yapabilmiş, ulusal ve uluslararası çalışmalarının tamamında bu mantaliteyi oturtmuştur. Türkiye’nin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine çok farklı insanları bir araya getirme, konuşma ve birlikte iş yapabilme becerilerini sağlamıştır. Anadolu Platformu aslında Türkiye’nin barışına, birlikteliğine ciddi anlamda büyük bir katkı sağlıyor. Anadolu Platformu bir süredir sadece Türkiye barışına değil İslam dünyasına ve bölgenin barışına da ciddi bir katkı sunuyor. İlk dönemlerde Türkiye’nin farklı bölgelerinden gelen insanlarla bu süreci yaşarken şimdi İslam dünyasının farklı bölgelerinden gelen entelektüel, aydın, sivil toplum kanaat önderlerinin de işin içerisine katıldığı bir felsefeyle hareket ediyor.
Dolayısıyla bu zihnin, bu yapının, bu anlayışın büyütülmesi ve şekillenmesinde buradaki kardeşlerimin katkısı çok kıymetli. Ama İslam dünyasının ve bölgemizin barışına, birlikteliğine giden yolda Anadolu Platformu’nun ciddi bir katkı yaptığını bilerek bunun derinleştirilmesi, güçlendirilmesi, ete kemiğe büründürülmesi için çalışmalarımızın sürdürülmesi gerekmektedir.
Bunları yapmamızdaki temel sebep, zalim düzene karşı insani bir model inşa etmek ve bunun ekonomik, kültürel sahada nasıl bir pratik üreteceğinin alternatifini ortaya koymaktır.
Bizi buna sevk eden temel saik, varoluş misyonumuz, yani Müslümanlığımızdır. Müslüman; insanlık için de sorumluluk duyan, iman edip salih amel işlemeye ahdetmiş, bunu şuurlu bir şekilde seçmiş insan demektir. Müslümanları dünyada huzurun, selametin, insanca yaşamanın yolunu açacak kişiler olarak görüyoruz. Modern çağ ve çağın kurumları insana kendisini unutturdu. Oysa kendini, nefsini bilen Rabbini bilir. Geçici olanla meşgul edilerek kişiler tutsak edilmiş durumda. Bedenleri değil belki ama akılları, idrakleri, tarihleri tutsak edilmiş. Bu kişilerin devletleri yıkılmış, şuurları dondurulmuş.
Bu topraklarda demografik, kültürel, düşünsel zenginlik ve gerçekliğimizi ıskalayan hiçbir oluşum başarıya ulaşamaz.
Burada konuştuğumuz bu konuları, ortaya çıkan tespitleri ve teklifleri, bu sempozyumdan sonra hayatın her alanında gündeme getirmeli, konuşmalı ve bu mutabakatlarımızı yaygınlaştırmalıyız.
Bizim tarihimizde, peygamberlerimizin pratiklerinde savaş, barışı korumak içindir. Aslolan barıştır. Barışı korumak için mücadele etmeliyiz.
Din ve ümmet bazında tahkimatımızı arttırmalıyız.
Allah ile karşılaşacağımız o büyük güne hazırlık yapmalıyız.
İki dünya arasındaki denge ve dikkatin ölçülü olması, dinin kaynaklarıyla hemhal olmakla sağlanır. Kaybettiğimiz dengeyi, yerli yerindeliği yeniden bulmalıyız.
Bireysel tercih ve yaşam şekillerinden doğan nakıslar bizi bağlamaz. Şekilci, tutucu tavır ve davranışlar, fitnenin ilk basamağıdır. Müslüman kardeşlerimizin sorumluluklarını hatırlatacak, kusurlarını örteceğiz. Dünyada zulüm bitene, mazlumların yüzü gülene, mağdurların gözyaşı dinene kadar mücadelemiz devam edecektir.”
Başkan Aldemir’in konuşmasından sonra Muhammed Ali Özer, Radıf Mustafa, Yusuf Abdurrahim, Fadime Eminoğlu, Prof. Mehmet Görmez ve Anadolu Platformu İstişare Kurulu Başkanı Zekeriya Şengöz kürsüye gelerek birer selamlama konuşması yaptı.
VUSLAT HABER