“Süreçleri doğru anlayabilmek için bir parça geriye gitmek gerekiyor. Buraya nereden geldik bunu bilmeliyiz. Biz Osmanlı modernleşmesi, yenileşmesinde değerlerimizden koparak Batı’yı olduğu gibi taklit etmeye kalktık. Abdülhamid’i indirdik, padişah gitti. Saltanatı indireceğiz dedik, halife gitti ve o bugün bugündür rezaletten kurtulamadık. Birliğimizden dirliğimizden olduk. Sonrasında Cumhuriyetle beraber bir süreç yaşandı ve bu süreçte millet direndi, emperyalistlere baş kaldırdı ve buradan yerli milli bir direniş çıkardı. Bu direnişe de sahip çıkamadık ve başka bir şeye evirildi, bir geçiş süreci yaşandı. Millet, o geçiş sürecinde yaşananları içinde biriktirdi. Menemen’i biriktirdi, Şeyh Said’i biriktirdi, Dersim’i biriktirdi, sonraki süreçlerde 60 Darbesi’ni biriktirdi, Menderes’i içinde büyüttü, 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı, Erbakan’a yapılanları unutmadı, e-muhtıraları, 28 Nisan’ları, parti kapatmaları unutmadı. 15 Temmuz’a gelindiğinde ise tüm bu birikimleri içine hapseden bir milletin yeniden doğuşunu gördük. Yok sayılan, hırpalanan, sürgün edilen, katledilen mahşeri vicdanın, yeniden içine dönerek asla şiddete, teröre bulaşmadan, zulmetmeden, adaletten kopmadan bir karşı koyuşuna şahit olduk. 15 Temmuz bir milletin yeniden doğuşudur. Yeniden ete kemiğe bürünüp, hayat bulmasıdır. Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla yeniden bir millet doğdu. O gece ve ondan sonraki günlerde kimse kimsenin Kürtlüğüne, Türklüğüne, Araplığına, Sünniliğine, Aleviliğine, gayri müslimliğine, sağcılığına, solculuğuna bakmaksızın birbirinin koluna girdi. Anadolu’daki bin yıllık kardeşlik hikayesi yeniden hayat buldu. Son 100 yıldır bu topraklardaki her farklılığı birbirine karşı kullanan, bu toprağın insanlarını birbirine kırdırıp, kan davasına dönüştüren tüm kavgalar bir anda bitti. Çünkü bunları var eden emperyalist akıl bizim kavgamız üzerinden var oluyordu. Anadolu’nun ötekisi şeytandır. Bizler burada bin yıldır Türkü, Kürdü, Arabı, Acemi, Marunisi, Dürzisi, Çerkesi, Hristiyanı ve Ermenisi hep beraber yaşamışız. İnanılmaz bir hikayemiz var. 15 Temmuz’da bu millet dalgasının hepsi yeniden bir araya geldi ve şunu dedi; Günahkar olabilirim, kendimi ihmal etmiş olabilirim, bir kısım yanlış işlerin içinde olabilirim, ama bugün milletimin geleceğine karşı, devşirilmiş hainler eliyle emperyalistlerin işgal saldırısı var. Bu saldırıya karşı gün birlik olma günüdür. Ve işte o gün bizler birlik olduk, bu işgali bertaraf ettik. 15 Temmuz; Fransız devrimi gibi, Mekke’den Medine’ye Hicret gibi, insanlık tarihinin ilerleyen süreçlerinde bir milat olacak. Biz şu an içinde olduğumuz için farkında değiliz. 15 Temmuz; yüzlerce yıllık İngiliz aklının, her türlü oyun ve hileyle kurduğu hegemonyanın Anadolu’da çöküşüdür. İslam Ülkeleri’nin şuan ki hali çok sağlıklı değil. Aslında İslam Ülkeleri demek de çok sağlıklı değil. Çünkü ülkelerin bir kısmının yönetimlerinin İslam’la ilgisi yok. Halkı Müslüman olan ülkeler demek daha gerçekçi. Bir şeyin adını doğru koymazsanız ondan sonraki süreçler onun peşinden gelir, bir şeyin adını koyanda onun sürecini belirler. Bizim yeniden bir kavramsallaştırmaya ihtiyacımız var. Kendi kavramlarımızı kendi tanımlamalarımızı, insanlığın bugüne kadarki birikimlerini de alarak gerçekleştirmemiz lazım.”
-Uluslararası süreçlerin tıkandığı bir zaman dilimi yaşıyor İslam Coğrafyaları. Müslümanlar olarak ne yapacağız?
“Öncelikle dünyanın dört bir yanında, Filistin’de, Mısır’da Tunus’ta Libya’da, Türkiye’de bize yaptıklarını alt alta sıralayıp acının şiirlerini yazmayacağız. Yeni bir yüzleşmeyle, onların insanlığı düşürdükleri yerden daha öteye götürmek için, bakışımızı durduğumuz yeri yeniden konumlandırmamız, şekillendirmemiz lazım. Onun için yeniden bir yorumlamaya ihtiyaç var. Dünyanın içine düştüğü bu tıkanıklığı aşacak olan İslam coğrafyasının yaklaşımlarıdır. Küresel vicdan öldü. İnsan insanın kurdu oldu. Ciddi bir adaletsizlik var. Gelir dağılımında uçurum had safhaya çıkmış ve artık eskisi gibi yapılanlar gizli kalmıyor. Her şey her yerde konuşuluyor. Onun için dünyanın kendini yenilemesi lazım. Kök hücre bu coğrafyada, Anadolu’da var. Anadolu Halkı 15 Temmuz’da Dünya’daki tüm farklılıkları fırsata çevirip bir karşı koyuşla bunu gösterdi. Bu açıdan özellikle İslam coğrafyasındaki bu medeniyet geninin canlılığı yeniden insanlığa can suyu olabilir.”
-Türkiye’deki İslamcılar bu durumun farkında mı?
“İslamcılığın kötü bir sınav verdiği kanaatindeyim. 15 Temmuz, bizim hikayemiz. O gece hayal edipte ulaşmanın çok imkansız olduğunu zannettiğimiz bir şey oldu. Herkes “Allahu Ekber” nidalarıyla ruha üflendiği gün gibi kalktı ve yürüdü. Bunu doğru okuyamazsak, süreci de yanlış yönetiriz. Millet burada tekrar ayağa kalkar. 90 yıllık sürece baktığımızda İslami cemiyetler, vakıflar, dernekler çok sıkıntılı bir süreçten geçti. Müslümanlığımızı muhafaza etmek için çabaladılar. Temel dini ritüelleri hep canlı tuttular. Özal’la başlayan, Refah Partisi ve sonrasında da AK Parti ile devam eden süreçte varlıkla tanışmamız, devletle tanışmamız, yönetimle tanışmamız, dünyayla tanışmamız, bürokrasiyle tanışmamız, bizde yozlaşmalara yol açtı. Fakat bir taraftan da kendimizi test ettik. Nehri geçerken suya tenezzül edip kana kana içenlerimiz olduğu gibi, karşıya geçenlerimiz, davasına sadık kalanlarımız da oldu. İmtihanını başarıyla verenlerin oluşturduğu sinerji yüzbinlere bedel. “Hakkıyla iman etmiş nice az topluluk büyük topluluklara galip gelir” diyor ayeti kerime. İslamcı kesimlerin yeni süreçte milletin önünde yürümesi gerekir. Hani Nurettin Topçu Maarif Davası’nda diyor ya; “Sana milletin içinde yürümek yakışmaz. Sen muallimsin, öndersin, rehbersin. Milletin önünde yürümen gerekir.” 15 Temmuz’dan sonra, Allah’ın lütfuyla, milletin basiretiyle sürecin önünde yol almak gerekirken FETÖ tartışmalarıyla beraber bir adım geriye düştük. Bugüne kadar İslam’ın değerlerinin hayat bulması için çaba sarf etmiş cemiyetler, cemaatler eğer yeni bir sürece taşınmazsa, millet bunları da bir kenara bırakır diye düşünüyorum.”
-FETÖ tartışmalarıyla bir adım geriye düştük dediniz. Tartışmadan kastınız nedir?
“Devletlerde beşeri organizasyonlardır. Beşer yönetiyor, hata yapabilir. Sayın Cumhurbaşkanı da çıkıp “ben hata yaptım” dedi. Şimdi de bazı hatalar olabilir. O hatalar üzerinden, “bize de dönüyor, biz de alınacağız korkularıyla” bu sürecin sert bir sorgulamasına girildi. Ebrehe ve ordusu Kabe’yi yıkmaya geldiği zaman Ebrehe’ye diyorlar ki, Kabe’nin Reisi senle görüşmek istiyor. Buyursun gelsin diyor. Abdulmuttalip gelip de senin adamların 200 devemi alıkoymuş onları almaya geldim dediğinde; bende Kabe için geldin zannettim diyor. Tabi orada O’nun Rabbi O’nu korur diye cevap veriyor Abdulmuttalip. Evet Allah O’nu koruyacak fakat sen ne yapıyorsun? Şimdi biz de, develerimizin mi peşine düşeceğiz yoksa 15 Temmuz’daki devrimin mi peşine düşeceğiz? Ben ve arkadaşlarım yıllarca yargılandık. Onlarca yıl ceza alanlar ve yatanlar oldu. Karar duruşmasına götürüleceğimiz günün gecesinde gittik bir orman kurduk orada gece yarısına kadar ağaç diktik. Ülkemiz, milletimiz, memleketimiz dedik. Üç tane bu millete ihanet etmiş hakim, savcı, polis şefi bize ceza veriyor diye milletimize küsmedik. Hiçbir emperyalist başkentin himayesine girmedik. Kendi ülkemizin hapishaneleri emperyalistlerin saraylarından daha özgür dedik. Onun için bugün onurumuzla varız. 15 Temmuz’dan sonra, İslamcı kanadın bu sürecin daha fazla merkezinde yer alması gerekirken, “yanlış gidiyor” tartışmalarına girildi. Elbette ki uyanışın ilk sürecinde agresiflik olur. Sağa sola çarpar. Bunun bir düzene girmesi için hepimize iş düşüyor. Burada da yöneticilere sorumluluk düşüyor. Fakat İslami hareketlerin her dönem ocağı olmuş, okulu olmuş kurumların sürece çok daha yukarıdan bakması gerekir. Siyasi mülahazaların ötesinde değerler eksenin de bakması lazım. Mağdurumuz varsa onun hakkı için mücadele edelim fakat sürecin akamete uğramasına da asla fırsat vermeyelim.”
-Yeni bir Anayasa değişikliği beklenirken, kısmi bir değişikliğe gidiliyor. Biraz hedeften sapma mı var? Anayasa değişikliği sürecini nasıl okumak gerekiyor?
“Mecelle’nin bir kuralı vardır. Mecelle’de denir ki; “bir şeyin bütünü elde edilemiyorsa yarısından, parçasından vazgeçilmez ama bütünü elde etmek için de çaba sürer.” Mevcut anayasal değişikliğe baktığımızda; ben bu değişikliğin içeriğiyle hiç ilgilenmiyorum. O politikanın konusu. Beni ilgilendiren kısmı bundan sonra beni yönetecek kişiyi kim seçecek? Bir avuç seçkin mi? Yoksa millet mi? Beni, emperyalistlere bağlı olan, otel odalarında lobi faaliyetleriyle tehditlerle şantajlarla rejimin bekçisi olarak seçilen bir cumhurbaşkanı mı idare edecek yoksa milletin önüne çıkıp, milletin %51’inin tercih ettiği bir cumhurbaşkanı mı? Milletin seçtiği başımız gözümüz üstüne. Eğer bu millet kendisine ihanet edecek adama %51 oy verirse, bunun bedelini de öder. Bundan sonra AK Partisi’nden CHP’sine, MHP’sinden, HDP’sine Türkiye’de devletin yönetimine, milletin hizmetine talip olan millet gibi olmak zorunda.”
-Gençler şu dönem siyasetçileri çok fazla örnek alıyorlar ve görüyoruz ki gençler birbirlerini çok kolay ötekileştirebiliyor. Nasıl olacak?
“Yeni bir kuruluş süreci yaşıyorsak sorumlu davranmamız lazım. Toplumun önünde olanların, siyasetçilerin kültür adamlarının, fikir adamlarının, ilim adamlarının günü okuma ve günün sorumluluğunu ifa etme noktasında daha mükellef davranmaları gerekir. Ne yazık ki, bazen sorumsuzca kullanılmış ifadeler toplumun bir kesimini ötekileştiriyor. Türkiye’de aktörleri tartışmak çok zor. Oysa mevcut aktörleri yıpratmadan fikirleri konuşabilmeliyiz. Tarafgirlikten çıkmamız lazım. Bunun için de değerlerimizi yeniden belirlememiz lazım. Değerler ile toplumsal sosyolojide karşılaşıp, ortaya çıkmış sonuçları üzerinden yol almamalıyız. Değer adalettir, adaletin tezahürü herkeste farklı olabilir, bizim yapmamız gereken adaletin ölçüsünü koymak. Değerler üzerinden konuştuğumuz zaman bizim iki kriterimiz var. Bir; temel insani değerler, iki İslami değerler.”
– İslam Dünyası’nın değerleri anlamında en büyük açmazı nedir? Bir sıkıntı olduğu belli.
“İslam dünyasının en büyük açmazı hukuksuzluk. Ölüyoruz, şehit oluyoruz ama bir türlü düzen kuramıyoruz. Kaç yüzyıldır tarih dışılığa itilmişiz, düzen dışıyız, sistem dışıyız, bir köy bile kuramıyoruz. Bakın Sudan’da General el Beşir ile Turabi anlaşamadı ve Sudan’ı böldük. Afganistan’da birbirimizi katlettik ve bir düzen kuramadık. Bosna ortada, Lübnan ortada, Mısır malum. Türkiye’deki uzlaşı o kadar önemli ki. Bizim de burada bir hiyerarşik düzen kurmamız lazım. Ben kurulması gereken o düzene hukuk diyorum. Önce canlı cansız tüm varlık aleminin hukukunu gözeteceğiz. Sonra tüm insanlığın hukukunu gözeteceğiz. Sonra tüm Müslümanların hukukunu gözeteceğiz. Sonra içinde bulunduğumuz cemiyetin hukukunu gözeteceğiz. Sonra ailemizin hukukunu en sonunda da kendi hukukumuzu gözeteceğiz. Pozitivist batı uygarlığı bu piramidi tersine çevirmiş. Narsist bir yaklaşımla önce ben, önce can diyor. Bizdeyse önce en zayıfın hukuku gözetilir. Devlet onun için vardır. Bu telakkileri yeni dönemde özellikle genç kuşaklar olarak konuşursak, dünyanın geldiği yeri ıskalamadan bir ayağımızla coğrafyamızı, öbür ayağımızla arzı gezersek, tarihten önemli dersler alırsak bir yere geliriz diye düşünüyorum. 16. Yüzyıla gelindiğinde Avrupa bir tartışma başlatıyor. Diyor ki artık yeter bin yıl savaşı var. Aforoz mekanizmasının çığırından çıktığı dönemlerde bir grup düşünür diyor ki; Batı Hıristiyanlık müessesesiyle hesaplaşırken, biz bu tarihi süreçteki iyi yanlarımızı, güzel yanlarımızı öne çıkaralım bunlar üzerinden bir gelecek tahayyül edelim. Rönesans böyle başlıyor. Hz. Adem’den bugüne kadar yaşanan ve insan fıtratıyla çelişmeyen her şey bizim tarihi mirasımızdır. Tarihe gidip o zindandaki kavgaya tutuşmadan dersler almalıyız. Ali Şeriati diyor ya; “tarih gelecekte bir mücadelesi olmayan için zindandır, girersin çıkamazsın. Ama gelecekte bir hayali, bir kavgası, bir mücadelesi, bir ufku olan için tarih bir fırsattır, bir imkandır.” Coğrafya da ve bilgi de öyledir. Bunları imkana çevirecek çabalara ihtiyaç var. Cevabı toparlamak gerekirse İslam Dünyası olarak adaleti ve hukuku yeniden ele almalıyız. Hz Peygamber (sav)’i düşünün. İmparatorluk merkezlerini hurma liflerinden yaptığı bir merkezden sarstı. Ama o bir şey diyordu. Diyordu ki; “kölenin efendiden farkı yoktur, kadınlar Allah’ın emanetidir, ölçüde tartıda hile yapmayın, çalıştırdığınıza yedirdiğinizden yiyin, onun yaptığını yapın, işçinin alın teri kurumadan verin. Kimse toplumsal ortamda imtiyaz sahibi olmayacak. Medine Pazarı’nda her şeyi eşit düzlemde yürüteceksiniz.” İşte bu yasalar bir anda dalga dalga yüreği yanmış insanlar içinde hayat buldu.”
Haber10