Düzenlediği basın toplantısında Aktay, kendisi hakkında bazı gazetelerde yapılan; “ikna odaları” haberinin ardından rektör Çelik’in, inceleme başlatacağını belirttiği halde herhangi bir açıklama yapmadığını, kendisine de konuşmaması uyarısında bulunduğunu savundu.
Doğru, bu konuda inceleme yapıldıysa “-ki yapılması gerekiyor” rektörün bununla ilgili açıklama yapması gerekiyordu. Ancak bu komplo yüzünden itibarının zedelendiğini ve mağdur olduğunu söyleyen Aktay’ın kaybedecek nesi vardı ki, o zaman açıklama yapmadı da şimdi, tam da İnönü üniversitesinde FETÖ soruşturmalarının yapıldığı dönemde açıklama ihtiyacı duyuyor.
Hiçbir zaman ikna odaları gibi bir uygulamayı yapmadığını savunan Aktay, öğrencilerin mağduriyetini rektöre ilettiği halde kendisine “tutanak tutulması” konusunda baskı yaptığını savundu.
Oysa o dönemin mağdur öğrencileri, basında yer alan ifadelerinde Aktay’ın başörtülü öğrencilerin isimlerini sınıfa astırdığını ve yanına çağrıldıklarında kendileriyle görüşerek ikna odalarına benzer bir uygulamayla karşılaştıklarını anlatmışlardı.
Rektör Çelik’in komployu kuranları koruyup kolladığını söyleyen Aktay, bu olayın İnönü Üniversitesi’nde de başlatılan FETÖ soruşturması kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini kaydetti.
O yıl Türkiye’nin birçok üniversitesinde öğrencilerin başörtüsü sorun olmazken, Aktay’ın yaptığı savunmada “sadece tutanak” tuttuğu iddiasının doğru olduğunu var sayalım, bu bile itiraf niteliği taşıyor.
Üstelik herkes de biliyor ki, o yıllarda “Aktay’ın yaptığı gibi sadece tutanak” tutarken bile başörtülü öğrenciler diğer öğrencilerden tecrit edilmiş ve rencide edilmiş oluyordu.
Şimdi yapılan bu basın açıklamasının arkasından kim konuşacak, kimler kendini savunacak bilinmez ama bilinen gerçek şu ki, içerisinde bulunduğumuz zamanın şartları gereği daha çok kişi aklanma telaşesi ile birbirine FETÖ’cü suçlamasında bulunacak. Ama kimler neye ya da kimlere hizmet ettiyse eninde sonunda ortaya çıkacak.