Çok röportaj yaptım, çok az röportajda zorlandığımı hatırlıyorum. Fakat hiçbiri bu kadar zor ve tarihe iz bırakacak cinsten olmamıştı. Hepimizi sarabilecek bir esarete karşı göğsünü siper eden bir şehidin evladıyla konuşmak, tahmin edemeyeceğiniz kadar zor. Soru sormak, dinlemek… Röportajı yaparken “acaba yazılı alabilir miydim” diye düşünmedim değil hani. Dinlerken bu kadar acıysa, kim bilir yaşamışken ve anlatırken nasıldır…
Alparslan… Süleymaniye doğumlu. Evin tek çocuğu. Zeytinburnu’nda oturdukları sıralarda, bir gün annesinin yolu üzerinde bomba patlıyor ve annesi bir kaç dakika ile ölümden kurtuluyor. Babası buralar çok karıştı diyerek, Zeytinburnu’ndan Boğaza taşıyor onları. Üç farklı ev değiştiriyorlar Çengelköy’de. Son durakları ise henüz bir ay önce taşındıkları Çengelköy Güzeltepe’de, boğaz manzaralı mütevazi bir ev oluyor…
Gün geliyor, o kaçtıkları karışıklık, boğazın güzel manzarasını izledikleri sırada yakalıyor onları. Televizyonda darbe haberleri geçmeye başladığı anda, Alparslan’ın babası bir dakika düşünmüyor. Fotoğraf makinasını alıp dışarı çıkıyor. Her zamanki gibi görevine koşuyor…
Ve o karışıklıkta, düşmanca sıkılan kurşunlar O’nu da buluyor. Vatan haini, katil bir elin bastığı tetikten çıkan iki G3 mermisi gelip göğsünü buluyor. Hastaneye kaldırıyorlar. Fakat G3 mermilerinin ciğerini parçalayarak geçtiği Mustafa Cambaz bir daha gözlerini açamıyor…
Darbe gecesi, vatandaşların üzerine açılan ateşte şehit edilen, Yeni Şafak Gazetesi Fotoğraf Muhabiri Mustafa Cambaz’ın oğlu Alparslan Cambaz ile babasını ve o gün yaşadıklarını konuştuk.
Ne zamandır buradasınız?
Çocukluğum Zeytinburnu’nda geçti. Zeytinburnu’nda oturuyorduk. Buralar artık çok karıştı diye konuştuğumuz zamanlar. Oturduğumuz yerin bir alt sokağında bomba patladı. Annem’de o sırada o sokaktan geçmek üzere. İki dakikayla kurtuluyor patlama anından. Tuzu biberi oldu ve oradan taşındık. Babam Avrupa Yakası daha sakin dedi, bu taraflara geldik. Boğaza karşı farklı bir ilgisi vardı babamın. Çok severdi Boğaz’ı seyretmeyi. Çocukluğunda da Yunanistan’dan geldiklerinde, buralara çok gelirmiş.
Yunanistan göçmeni miydi baban?
Tabi tabi çok küçükken gelmiş. Tek başına burada yurtlarda kalarak yaşamış. Şuan bütün akrabalarım köyde, Gümülcine’de…
Kira mı bu oturduğunuz ev?
Kira. Üç seferdir Çengelköy’den Çengelköy’e taşınıyoruz. Buradan ayrılamadık bir türlü.
Yeni mi taşındınız?
Daha yeni. Bir ay oldu. Benim babam pire gibi bir adamdı bir sürü iş yapar. Taşındığımızda kitaplarıma dokunmayın falan dedi. Ama hiç elini sürmedi, annemle biz düzelttik. Her işi biz yapıyoruz o ayaklarını uzatmış manzara izliyor. Son zamanlarda zaten yorgun gibi geliyordu babam bana. Oturup manzarayı seyrederken şimdiye kadar ki bütün yorulmuşluğunu attı. Annemle ben evi düzenledik, her şeyi yerleştirip bitirdik, ertesi gün şehit oldu ve doldu taştı burası.
Bu ev aslında kira anlamında bizi biraz aşan bir ev. Ben istemedim hatta. Dedim bura bizi zorlar ne yapıyorsun falan ama o inat etti burayı tuttu. Sırf boğazı görüyor diye burayı çok istedi. Bir şeyler nasip oldu. Boğazı gördüğü, sevdiği yere bir ay boyunca baktı.
Peki o gün Alparslan… Neler yaşadınız? Nasıl oldu?
Alttaki zilde hala babamın adı yazmıyor. Babam benim adımı yaz demişti. Yani ben oraya beş-altı kere gittim şunu sökeyim edeyim falan diye. Bir türlü o plastiği çıkaramadım. Sonra evi taşıyoruz ya daha önemli işler var dedim, salladım. O gün akşam eve geldiğimde, dedim şuraya adamın adını hala yazamadım, yarın bari kesin yazayım. Yarına çıkamadı adam, zilde de ismi halen yazılı değil.
İşten geldi. Beylerbeyi’ne doğru giden iki tabur asker gördüm dedi. Ben de internetten haberlere bakıyordum. Dedim darbe oluyormuş… Babam şakaya aldı ilk başlarda, “askerleri yakacaklar” dedi. Askerleri düşündü hemen. Garibim gençleri göndermişler falan dedi… Üzerine konuştuk. Fakat ihtimal vermiyoruz olayların bu kadar büyüyebileceğine…
Bunları tartışırken biraz da babama kızıyordum. Şimdi sizin yüzünüzden böyle oldu, aylardır darbe yapabilirler diyordum ben ona. Böyle ihtimal bile vermiyorlar, memlekette artık her şey on numara hani biz harikayız modundalar. Biraz kibirlendiniz diyordum…
Babandan farklı düşünüyorsun herhalde?
Tabi tabi… Ben muhalifim. Son zamanlarda gönül kırılıyor. Özellikle bana mı sordunuz mevzusundan sonra baya bir kırıldım ben. Bir şeye atlıyoruz Mavi Marmara falan, o birkaç sene sonra çarçur ediliyor. Niye yani diye düşünüyor insan… Bozuluyor.
Dışarı nasıl çıktı baban?
Ben, gitme dedim. Hatta gitmesin diye kızıp bağırdım. Israr edince, ben bu sefer içimde hiçbir heyecan hissetmiyorum sen git dedim.
Dedim ben evimde dua ede ede, sakin sakin bir durayım. Benden o heyecanı da alan varmış zaten. Yani benlik bir şey yok, sen gitme dedi bir şey bana yani…
Sonra babam gitti. Bana telefon açtı. Halka ateş açıyorlar dedi. Asker karakolu bastı dedi… Ben tabi nasıl olur diye kavramaya çalışıyorum, o sırada arkadan silah sesleri geliyor. “Sen neredesin” dedim. “Duvarın dibindeyim” dedi. “Ani hareketler yapma” dedim. Onu tanıyan bilir. Ani hareketler yapar, fevridir, hareketlidir… Ben onu çıldırtacak laflar söylerim bazen, o hafif hafif alevlenir, tartışırız tatlı tatlı… Telefon kesildi bir müddet sonra… Ben de tabi film koptu.
İçeri gittim hemen abdestimi aldım. Bir tane tişörtüm var “ondan geldik ona gideceğiz” ayeti yazıyor üzerinde, onu giydim. Silah olsa, silah da alacağım yanıma. Babam orada, kurşunların arasında, kurşun yağıyor üzerine. Çakı aldım bir tane… Akla bak o an zaten sopa mı çakı mı ne geçerse artık… Çengelköye bir indim hareket etmek mümkün değil öyle bir yoğun atış var ki. Sağdan gidin sağdan gidin diye bağırıyorlar… Sağa sola bakıyorum insanlar vuruluyor, vurulanları taşıyorlar… Her taşınana babam mı değil mi diye bakıyorum.
Bulunduğunuz yer neresi tam olarak?
Çengelköy, karakolun orası…
Sonra?
Ben olanlar biliniyor, birazdan özel harekat falan birileri gelir ve halleder işi diyorum. Diyorum da, zaman geçiyor ve bittiği yok…
Biz de tekbirlerle onları psikolojik olarak baskı kurup, sıkıştırdık onları… Onlar zaten, ölüm korkusuyla rastgele ateş açıyorlar. Aynı Siyonist askeri gördüm ben orada. Korkudan savunmasız insanları tarayan, psikopat insanlar gördüm karşımda…
Sonra ara sokaklara girdim. Deli gibi babamı arıyorum. Telefonumda dakika falan her şey sıfırlanmış. Başkalarının telefonlarından ulaşmaya çalışıyorum.
En son üstlerden birini, ağabeylerimi aradım. Abi Çengelköy’de kıyamet kopuyor dedim. Ne diyorsun sen ya diyorlar. Bir buçuk saattir biz orada ateş altındayız kimsenin haberi yok.
Dedim buradaki kalabalık kuru kalabalık özel harekat falan yok mu? Jetler havalandı bomba attı hissettik seslerini… Bildiğin Suriye’ye döndü burası nasıl duymuyorsunuz… Tamam kardeşim “ben ilgilenmeye çalışıyorum” dedi Kapattık.
Babamdan hala haber yok. Bana ulaşıp “neredesin konum at” diyenler var. Hepsine; silah varsa gelin, yoksa bomboş ölmeye gelmeyin, bana da bir silah getirin diyorum. Baktım olacak gibi değil. Babamı bulamayınca, hemen eve geldim. Tabi annem evde perişan. Telefonunu aradım birkaç kere. Çalıyor çalıyor açmıyor. En sonunda bir kadın açtı. Dedi babanız buraya geldi Çengelköy Hastanesi’ne. Oradan başka hastaneye sevk etmişler. İki tane hastane adı verdi bana. Ümraniye devlet veya Numuneye gitti, bu ikisinden biri bilmiyoruz dedi. Durumu nasıl dedim bilmiyoruz dedi. Nasıl çıktı dedim ona da çok bilmiyoruz ama çıkarken iyiydi dedi. Hemen sağ olsun ev sahibi arabasıyla bizi hastaneye götürdü.
Hangisine gittiniz?
Ümraniye’ye gittik, Numune’de bir abimiz vardı zaten. Onu arayıp, bakar mısın dedim. O babama ulaşamadı.
Birde babam vatansız biliyor musun kimliği yok. 30 yıldır burada evli, 25 yaşında çocuğu var yani kimliği yok… Yani bu adam nasıl yaşadı şimdiye kadar kimse inanmaz anlatsam… Vatanı için canını verecek, ama yok kimliği…
Listede o yüzden adı olmayabilir, kimliksiz adamın adını nereden bilecekler? Baktım listeye adını görmedim.
Öğrendiğim şey şuydu morgda biri var yatıyor bir de yoğun bakımda insanlar var. Morgdakine benim bir abim girdi beni sokmadılar. O değilmiş.
Ben şimdi bir de babamın öleceğine hazırlanmıştım. Yani 2 hafta önceden bir şeyler sezmiştim.
Nasıl sezdiniz bir şeyler?
Onu anlatmayayım hani biraz özel. Böyle şeyler yaşıyorum bazen… Kendi kendimi hazırlıyorum. Acayip tevafuklar, olaylar… Bunları sayfalarımdan paylaştım ama şimdi hani anlat deyince nasıl anlatılır bilmiyorum. Uzun bir mevzu. Orada yazdım. Yazarken iyi yazıyorum. Facebook ve Twitter sayfamdan yayıyorum. İnsanlar ağlayarak okuyorlar onları, ben keyifle yazıyorum. Hiç gözyaşı yok. Çünkü hissediyorum babamın şuanda yanımda olduğunu. Bizi dinlediğini… Baya eminim bundan. Yüzde yüz şehit. Yüzünü de gördüm gülüyor.
Konuştukça bana daha da güldü. Güzel şeyler yaşadım ben. Ölümün güzelliğini gördüm açıkçası. Yani korkulacak ve gözyaşı dökecek bir şey yok…
Herhangi bir kahroluş yok yani?
Ne kahrolacağım canım. İsyan yok, bir şey yok, hiçbir şey yok. Sürekli şükrediyorum Allah’a ki bana bunları yaşattı… Tam tersi. Ben babam şehit olmadan bir ay önce bir cümle kuramıyordum. Bütün sosyal medya hesaplarımı kapattım. Bir ay sonra onu yazdım ilk cümle… Babam gittikten sonra bende cümleler taşıyor… Zaten kolay kolay böyle sizle konuşacak biri de değilim…
Hastaneye dönecek olursak?
Ulaşamıyoruz, bizi oyalıyorlar. Ben diyorum tiyatro çeviriyorsunuz. Babam öldü, erken öğreneyim yani oyalayıp durmayın. Annem’de perişan oldu. Yine en son anneme de ben haber verdim zaten kimse söyleyemedi. Sabah 05.30’da yoğun bakımdan cesedi çıktı.
Siz yoğun bakımdayken girdiniz mi, gördünüz mü?
Yok, hiçbir şekilde sokmadılar… Kapısının önünde bekledik.. Cesedini gördüm 05:30’da.
İki tane G3 girmiş çıkmış. Ne kadar yaşama sevinciyle doluysa artık. Dayanmış adam onca saat, çabalamış.
Neresinden girmiş kurşun?
Göğüs… Yani ciğerleri parçalanmış, kalbin altına girmiş.
Girip çıkmış mı?
Parçalayarak çıkmış… Ben hemen öldü diye inanmak istiyorum. Hani acı çekmeden gitmiş olsun istiyorum ama direnmiş galiba. Ölüm raporunda beş buçuk yazıyor saat.
Hastaneden çıktıktan sonra neler oldu? Ne yaşadınız o andan sonra?
Ben zaten diyorum ya, ben hazırlıklıyım. Yani ben ağlamadım bana sarılanlar ağladıkları için ağlıyorum. Onları teselli ediyorum. Böyle bir psikoloji. Hiçbir şekilde üzülmedim.
Yani mesela benim babamı kim vurdu, neden gitti diye sorgulamadın mı?
İlk başta attığım tvitlerde de aşırı bir nefret var. Savunmasız insanlara ateş açan insanları kelepçelediklerini öğreniyorum. Bunlar katildir. Kafasına sıkıp bırakacaksın o adamı, neden kelepçeliyorsun, bunlardan ne yapmaya çalışacaksınız” dedim. Bu teröristlere “konuş desen adam akıllı bir şey söyleyeceğini de tahmin etmiyorum.” Tabi bunların arasında masumlarda var onları ayrı tutmak lazım.
Ateş açıp, ateş açtığı belli olanların tutuklanmasına çok kızdım. Sonra onların tutuklandıktan sonraki o zavallı hallerini gördüm. Onlara hak ettiklerinden daha da fazlasını sergiliyorlar diye düşünüyorum artık. O ezikliklerini izliyorum. Domuz gibiler. Hiçbirinin yüzünde meymenet yok. Zaten sıfatlardan her şey belli… O zavallı hallerini görmek, acının sıcağını biraz olsun soğutuyor.
Onların şu anda ölmek istediklerini ama öldürülmediklerini düşünüyorum.
Sonuçta ben rahatım artık. Her türlü rahatım. Bunlar yine aynı şeyi yapmaya kalkışırlarsa, benim masum insanlarıma ateş açılırsa, sadece ben değil, bu halk parçalayarak gebertir onları. Karşıdaki yeni kim olursa olsun fark etmez.
Benim komutanım bana savunmasız insanları öldür diye emir verse dönüp komutanı vururum. Diğerleri de beni vurur mevzu kapanır. Askerler bunu yapmalıydı.
Peki annen? O ne yaptı? Yanında değil mi hastanede?
Yanımdaydı tabi. Babam öldüğü an, katillere karşı, nefret kusan tarzda hiçbir cümle duymadım ağzından açıkçası.
Metanetliydi o akşam… Allah veriyor herhalde o dayanma gücünü. Beni şaşırttı hatta. Ben en çok annemden ürküyordum.
Sen tek çocuksun. Dedin ki babamın kimliği yoktu, vatansızdı… Senin kimliğin?
Annem Türk uyruklu olduğu için, ben de var. Tiyatro, komedi gibi işliyordu bizim hayatımız – gülüyor-
Hiç konuşuyor muydunuz babanızla bu durumu? Mesela hastalanınca ne yapıyordunuz?
Hastalanmıyordu. – gülüyor – Zaten hastalansa bile belli etmeyen bir tipti babam. Her şeyi hoş görüyordu. Hep başkaları için yaşadı resmen denir ya hani… Kendi için hiç koşturmazdı. Ben ondan fazla dertleniyordum kimlik işini. Diyordum şunu artık hallet. Ben söyledikçe kızıyordu…
Evde bekleyen evrak ne var ne yok topladım, babamın haberi olmadan Ankara’ya gittim. Avukat buldum. “Devlet size ne gibi gerekçe gösteriyor, onu bana söyle” dedi. Adam akıllı halledelim şu işi dedi. Babama geliyorum devlet sana ne diyor filan diyorum bir şey demiyor. Silip atıyor. Benim de canım sıkıldı bıraktım peşini. Öbür tarafta anası babası Yunanistan’da. Her gün gidemiyor. Onlar da elden ayaktan düştüler, her zaman gelemiyorlar.
Dedem en son memlekete dönerken zaten epey ağlattı beni. Adam şaşkınlaştı. O kadar çağırıyordu gelemedim dedi. Şimdi adam kendini suçlu hissediyor ama, asıl suçlu babam. Anası zaten gelemedi. Ayağı rahatsız. Bana telefonda “babanı buldun mu” diyor hala, yaşıyor mu diye soruyor.
Basından sizi arayanların dışında böyle halktan, vatandaştan arayan soran, sizi bulanlar oldu mu? Sosyal medyadan ulaşanlar oldu mu?
Tanımadığım bir sürü insanlar geliyor sarılıyor. Kimsin diyorum “ben seni okuyordum falan işte babanı biliyorum” diyor bazıları. Ben çok şaşırdım bu kadar insanım var mıydı diye yani. Her gün bir teklif geliyor sosyal medyadan. Arkadaşlık isteği, mesaj… Bakamıyorum da açıkçası…
Babanın son projesi camilerle ilgili bir çalışmaydı değil mi?
Evet. Babam bu projeyi tamamladı bir “oh” dedi. Onun zaten keyfini yaşıyordu. Dedim ya sigarasını yakıp, o projeyi bitirmenin verdiği keyifle burada boğazı izliyordu.
Hiçbir ticari beklentisi olmadan, Cumhuriyet tarihi boyunca yapılmamış bir projeye imza attı. “Ben bütün camileri bir kitapta toplayacağım” diyerek yola çıktı.
Bitirebildi mi?
Baskıya girdi kitap, çıktı. Eline aldı. Herkese dağıtıyordu son günlerde. Otobüsten otobüse, minibüsten minibüse gezdi Türkiye’yi. Birçok yere birlikte gittik. Bizi tehlikeye sokmamak için Doğu’ya tek başına gitti. Terör bölgelerine girdi.
Kitap nereden çıktı peki?
Atatürk Tarih Kurumu var Ankara’da. Orası için yaptı onu.
Bu çalışmada Doğuya, Güneydoğuya en pis yerlere gidip PKK’lılarla tartışmış. Çok enteresan hikayeleri vardı oralarda biriktirdiği. İnsani yönden yakaladığı şeyler. Anlatırdı bize. Babamın fotoğraflarını çektiği camilerin çoğu kurşun içinde şimdi. Kervansaray, çeşmeyi yapmak istiyorum, bana dua et diyordu.
Ramazan’da itikafa girdim, bu da söylenmez ama, yani neler yaşadığını biraz anlasın insanlar diye söylüyorum. Ramazan da son 10 gün dua ediyorum sürekli. “Allah’ım diyorum, babamda böyle bir iş var bunu tamamlayalım” diyorum.
Kabe’ye gidelim babamla beraber diye sürekli dua ediyordum. Çok isterdi rahmetli.
Hatta Anadolu da dolaşırken çocuğun biri peşimize takıldı. “Abi Allah rızası için, Allah sana Kabe’ye gitmeyi nasip etsin” dedi. Dondu kaldı babam, çocuğa döndü, döner dönmez cebindeki neredeyse bütün parayı verdi. Ne güzel dua ediyorsun dedi. Bir daha et dedi. – ağlıyor –
İtikaftan çıktıktan sonra tek başıma yola çıkmak istedim. Hani yolda olmak, varmak değil mesele. Son durağım dedim Kabe olsun. Ama babam hiçbir şekilde yok zihnimde. Hani o gelmeyecek ben tek gideceğim. Daha dün babamla gideyim diye dua ediyorsun, bu gün tek gitmeye niyet ediyorsun. Çok enteresan yani…
Babam gitti işte en güzel şekilde, tek başına gitti şuan… Ben de inşallah tek başıma o dediğimi yapacağım. Yani kafamda kurduğum, sezdiğim her şey neredeyse gerçekleşiyor, karşıma çıkıyor. İnşallah bunu dile getirdiğim için kesilmez o ilham. Yaratıcıyla aramdaki şey…
Peki şimdi ne olacak? Bundan sonraki hayatınıza dair bir düşünce var mı zihninde?
Artık annemle baş başa kaldık. Seni sürekli gezdireceğim diyorum ona. İkimizde babamla nasıl geziyorsak ben daha fazla gezdireceğim. Babamın işleri yoğundu, dünya telaşından fazla gezemiyordu. Canı sıkılırdı bu duruma. Keşke diyordu serbest kalsam da, maddi yönden daha rahat olsak da sürekli gezdirebilsem sizi.
Şimdi ben yapacağım onu Allah izin verirse. Annemi alıp gezeceğim. Kervansaray, çeşme yapmak nasip olur belki. Zaten bizi gördüğüne yüzde yüz emin olduğum için, bak bunu yaptım ben diyeceğim. Oğluyla gurur duyacak.
Fotoğrafçılığa merakım var zaten bu yönde yeteneğim de var. Çocukluğumdan beri onun makinelerini kurcalayarak büyüdüm. Sinema aynı şekilde. Onun hayatını film yapacaktım, neler neler yaşadı. Tam bir “vatansız”dı. Türkiye aşığı bir “vatansız.”
Yani anlatsan anlatılmaz bu şekilde de… Filmde insanlara çok güzel bir şekilde yansıtacaktım bunu. Onu göremediği için üzülüyordum, ama onu da görecek hepsini görecek inşallah.
Mustafa abiden sonra ardiyedeki yuvasından çıkmayan kedisi Şinasi…
Yeni Şafak Gazetesi ile bu süreçte iletişiminiz nasıldı?
Hepsinden Allah razı olsun. Bütün çalışanlarıyla elleri üzerimizdeydi. Halen de öyle. Bir an olsun yalnız bırakmıyorlar. İlk andan itibaren sahiplendiler.
Teşekkür ediyorum Alparslan. Başımız sağ olsun tekrardan.
Ben teşekkür ediyorum. Allah milletimizden razı olsun…